Bugün, sabah havanın güzel başlamasıyla beraber en korktuğum soruyla karşı karşıya kaldım. "Eeee nereye gidiyoruz?" Gerçekten bir pazar günü en çok korktuğum soru bu zira ben evde uyuyakalmak, gazete okumak, tatlı yerken tekrar uyuyakalmak, uyurken de uyuyakalmak istiyorum. Ama tabii ki öyle olmadı ve bu "Nereye gidiyoruz?" sorusunu sevgili, arkadaş, koca ve bunun gibiler sordu sanıyosanız onda da yanıldınız. Sorunun cevabı çok korkunç oldu, çünkü annem bi' gazetenin verdiği "Kız Kulesi'nin bilmemnesi" isimli masal kitabına bakarken, "Kız Kulesi'ne gidelim!" buyurdu. Ve macera burda başladı.
Neyse biz yola koyulduk, hatta ben itiraf ediyorum, büyük bir naiflikle kocaman fotoğraf makinemi bile yanıma aldım. Bir yandan kendimi halka karışmış hissediyor, bir yandan da annemin elime tutuşturduğu ünlü Üsküdar simidini kemiriyordum. Kız Kulesi'nin bütün içi zaten restoran ve çayhane olmuş. Abicim insan bize bi' dehliz gezdirir, bi ne biliyim gizemli yer gösterir, bi' yerden Nurseli İdiz yüzerek çıkar falan hiçbişey yok babalar. E manzara da öyle harika diil, zaten kendisi yüksek bi' yapı olmadığından öyle derin bi' manzara durumu da olamıyo.. Biz ailecenek başımızı öne eğip dönüşe geçtik. Allahtan ailem de benim kadar yüzeysel olduğundan hemen kendimizi yakınlardaki bi' alışveriş merkezine atıp, orayı bi' dolaşalım, iki para harcayalım diye düşündük. Babamı porselen dükkanlarının ortasında bırakıp annemle Zara'ya girdik. Ve ben bu ceketi çok beğendim. Ceket aslında bu fotoğraftakinden daha güzel, ayrıca lacivert. Bi' de bu kadın kadar uzun olmadığımdan ceket daha bi' adam ceketi gibi durdu bende. Kısaca bir denizci ceketi. Etiketine ulaştığımdaysa 176 TL isimli oha-çüşle karşılaştım ve yerine bıraktım. Ya ben ne zaman bişey beğensem en pahalı şeyi beğeniyorum. Kış sezonunda 250 TL'ye deri ceket satan Zara, ne alaka 176'ya incecik blazer satıyosun ki? Havan kime?

Bu arada Zara'da başka başka daha güzel bi' sürü şey var ama ay başını bekliyciim. Neyse orda da biraz gezdik, sonra benim geçenlerde Café Fernando'da okuduğum ki, o çocuğu aşırı kıskanıyorum, bi' yere gitmeye karar verdik. Çünkü gerçekten bir ergen için Christina Aguilera neyse, benim için de Café Fernando o. Neyse gittiğimiz yerin adı Çiya. Kadıköyü'nde karşılıklı 2 restoran. Birinde Osmanlı, Balkan, Kafkasya (cahilce yazmıyorumdur umarım) efendim kısaca bize yakın yerlerden gelen birtakım yemekler  var; karşısında ise (alkışlarlan) kebap. İnternet sitesinden girin ve çeşitlere, yemeklere falan bi' bakın hakikaten güzel. 
Ortaya değişik otların falan da olduğu küçük bir zeytinyğplı tabağı, sonre de biber-patlıceyn dolma, sıcak mercimek köftesi bi' de güveç istedik. Gidene kadar gözümde o kadar büyütmüşüm ki gidince ufak bi' hayal kırıklığı oldu tabii. Yemekler ılıktı felan. Biz bi' de lahmacun istedik ama ayılık olur diye buraya yazmadım. Neysa, Kadıköyü tarafına geçerseniz yine de tavsiye ederim. Yemekler iştahınızı artırsın diye şu tarz bi' jpeg'im var.

Bu eğlendirirken düşündüren günün ardından, geç de olsa bünyeme bir pazar yüklemesi yapmak için 3 ayrı diziden toplam 8 bölüm izlemeye başlıycam. 
Let the kaymaklı baklava be with you.

1 Response to 'BİR KAZANANIN GÜNLÜĞÜ'

  1. Anonymous said...
    http://yalcinkayaholding.blogspot.com/2010/03/bir-kazananin-gunlugu.html?showComment=1269820648831#c5617754211422722380'> March 28, 2010 at 4:57 PM

    yumuşacık geçişlerle bezediğin bu güzel yazıyı okuduktan sonra, "ye kürküm ye!" diyorum...

     

Post a Comment